MAKALELER

YENİDEN YENİDEN HEDEFE UYUMLULUK...

YENİDEN YENİDEN HEDEFE UYUMLULUK...

İnsanların belirledikleri hedefe ulaşıncaya kadar günlük ve anlık çalışmalarında, daima hedefe uyumlu, gayretli ve tutarlı olmaları gerekir. Farklı yöntemlerle çözüm aramak, devamlı zikzaklar çizmek, pazartesi başlayan, salı biten diyet programlarıyla zaman kaybetmek, bize hiçbir olumlu ve kalıcı netice kazandırmaz. Aksine, her başlayış ve sonuç alamama girişimi, bedenen de vücudu, bir sonraki yönteme karşı olumsuz yönde etkiler. Başarısızlıkla sonuçlanan her bir diyet ve zayıflama programı, kilo vermeye karşı vücut direnç noktalarını harekete geçirmekte ve arttırmaktadır. Sık rejim yapanlar bir yandan kolay kilo alırken, diğer yandan da gittikçe zor kilo vermeye başlarlar.

Sözkonusu bedensel dirençler, uygun programlar çerçevesinde yıkılabilir ve kilo verme devam ettirilebilir. Ama burada ki en büyük tehlike kişinin psikolojik olarak bu başarısızlıklar sonrasında, kendine olan güvenini gittikçe kaybetmesinde yatmaktadır. Çünkü başaramama hissi insanoğlunun ruhunu ve iç dünyasını en çok zayıflatan, en çok ajite eden duygudur. Kişi, ne kadar çok yöntem denemiş ve başarısız olmuşsa, o oranda hassaslaşmış demektir. Ve insanlar bu duygular içerisinde iken, yeni bir program denemekte bırakın hedefe uyum sağlamayı, karar vermekte bile güçlük çekeceklerdir.

Bugün birçoğumuz, önümüze çıkan en ufak bir engelde bile pes etme yoluna giderken nasıl daha kararlı ve inançlı olacağız? Zayıflamak istediğini söyleyen herkese, aynı soruları sorarım ben. Kişi, bugüne kadar olan yaşamında sonuca ulaşmayı başarabildiği? Neler hedeflediği? Bu hedeflere ulaşırken karşısına çıkan sorunlarla nasıl başa çıktığı? ve hiçbir zaman ulaşmayı başaramadığı bir hedefinin olup olmadığı? çok önemlidir benim için. Yaşamını hiçbir hedef belirlemeden, akışına bırakarak yaşayanlar, aşırı kaderciler, ilk sorunda arka koltuğa kaçanlar baştan kaybetmeye mahkum kişiler demektir. '' Peki bu insanların hiç mi şansı yok? '' diye sormak isterseniz, cevabım elbette ki bir şansları daha olduğu yönünde olacaktır.

Yaşın ya da cinsiyetin hiç önemi yok; insanların kendilerini geliştirip, değerlerini öne çıkarabilecekleri bir akıl ve vücut düzenleri vardır. O halde bilinçlenmek, hedefler belirlemek ve bu hedeflere ulaşmak için elinden geleni yapabilmeye donanımlı olmak her insanın doğasında vardır zaten. Sadece yeniden kendilerine güvenmeye başlamaları ve bu duyguları bir an önce ortaya çıkarmaları gerekiyor.

Kendimize ve çevremize karşı önyargılı olmadan, yanlış beslenme alışkanlıklarımızdan kaynaklanan kiloların doğru ve bilinçli tercihlerle tekrar verilebileceğini unutmamak gerekir...

Aksini düşünen, hayatta yaşadığı problemlerin çözümünü sürekli olarak kendi dışında arayan, büyük kalçamızın, kocaman göbeğimizin ve biçimsiz vücudumuzun nedenini, olumlu olumsuz yaşadığımız duyguların tümünü; başkalarına, şans veya kadere, farklı şartlara bağlı yaşamlarımıza yüklemek sadece kendimizi kandırmak olur.

Gerçekleri kabullenip bir an önce çözüme ulaşmaya çalışmak yerine, çevresinde devamlı suçlular arayan kilolu insanlar olmak hiç de kolay değildir. Ve maalesef ki; böyle yapmak bizlere şişman, iradesiz ve tembel diyerek devamlı hakaret eden ve hayatımızı karartıp, zamanımızı çalan içi boş diyet ve zayıflama ürünleri satan firma ve kişilere, yeni pazarlar yaratmaktan başka bir işe yaramaz.

Şişmanlık nedir hiç tanımamış, yaşanan psikolojik sıkıntı, ruhsal çöküntü ve problemleri anlayamayan, oturduğu yerden ahkam kesen bu tip insanların peşinde koşarak, kendi potansiyelimizi, kullanmadığımız ve kullanamadığımız bazı yeteneklerimizi keşfedemeden, yaşantımızdaki olumsuz alışkanlıklarımızı değiştirmeden, rahatlık ve konfordan taviz vermeden, bunu başarabileceğimize inanmak çok da hayalci bir yaklaşım olur zaten.

İLK ADIM: İDEAL KİLOMUZU BELİRLİYOR VE İŞTE "HEDEFİMİZ'' DİYORUZ...

İdeal kilomuzla ilgili beklentilerimiz nelerdir? Daha zayıf olduğumuzu düşündüğümüz bir sosyal yaşamdan neler bekliyoruz? Bu hedefe, herşeyi göze alacak kadar ulaşmak istiyor muyuz? Ve hedef için neleri göze alabileceğimizin sınırlarını belirledik mi?

Ana hedefe ulaşmak için, arada geçecek olan sürelerde, belki aylarınızı, hatta günlerinizi, hedefe uyumlu hale getirecek farklı çalışmalarla düşünce tarzınızı değiştirerek zihninizi özgürleştirdiniz mi?

Arada olası kaçamaklar ve atıştırmalarda kendinizi yıpratarak strese girip moralinizi bozacağınıza, zehrin miktarda olduğu bilinci ile sağlıklı tercihlere yöneltecek bu dönemleri atlatmak için bir strateji belirlediniz mi?

Ve bütün bunlardan sonra tekrar aynı soru, bu hedefe ulaşmak için gerçekten "KARAR'' verdiniz mi? Bu sorularla kendi kendinizle yapacağınız konuşmalar belirlediğiniz hedefin geçici mi, yoksa kalıcı mı olacağı üzerine net sonuçlar verecektir size.

Unutmayın, hedeflerle mazeretler ters yönde işleyen kuvvetlerdir. Ve ikisi bir arada olduğunda, olduğunuz yerde kalma şansınız en yüksek olan sonuçtur.

İKİNCİ ADIM: NE OLURSA OLSUN BAŞARACAĞIMIZA OLAN İNANCIMIZI SORGULAMIYOR, BAŞARACAĞIMIZI BİLİYORUZ ...

Bir insan başaracağına inanmakta şüpheye düşmüşse hedefe olan uzaklığı da o derece artmış demektir. Çoğu insan hayatını yönlendirenlerin ailesi, çevresi veya arkadaşları olduğunu ifade eder. Aslında bir insanın hayatını yönlendiren en önemli güç belirlediği hedefe ulaşacağı yönünde kendine olan inancı, diğer bir deyişle "başarı inancı"dır. İnandığımız şeyleri bir kere kabul ettiğimiz zaman, bu inançlarla ilgili komutlar, sinir sistemimiz tarafından emirler olarak algılanır ve vücudun çalışma düzeni de bu komutlar dahilinde tepki vermeye başlar.

Eğer inandığımız şey başaracağımız yönünde ise, mutlak hedef her zaman son noktadır. Ama tersine, başaracağımızdan şüphe duyma yönünde ise hedefin kaybolması son nokta demek olacaktır. Dolayısıyla hiç kimse başaramayacağı düşüncesi ile başladığı bir çalışmada asla sonuca ulaşamaz.

Önce düşüncelerimizi, sonra davranışlarımızı hedefe uyumlu hale getirmek, başarmak noktasında en önemli adım olacaktır. Ruhen, bedenen ve zihnen başarabileceğimize olan inancımız asla şüpheye düşmemelidir... İnanmak, şüphe ile bir arada yaşayamayan tek duygumuzdur...

ÜÇÜNCÜ ADIM: NE OLURSA OLSUN VAZGEÇMEMEK...

Kilo vermekle ilgili en çok zorlandığımız nokta da işte bu düzlem içinde yer almaktadır. Kişiye ve kiloya göre değişkenlik gösteren kimi zaman günler, haftalar, kimi zaman aylar, kimi zaman da yıllarla ifade edilecek bir süreç başlamış demektir. Ve işin en zor kısmı da bu süreç içinde dayanıklı, güçlü ve vazgeçmeden durabilmektir.

Biz kilo verme süreci içine girdik diye dışarıdaki hayat durmayacak, hatta kendi içimizdeki hayat bile durmayacak. Dışardaki hayatı programımıza uygulayamadığımız, program dahilinde yaşadığımız hayatı dışarı uygulayamadığımız anlar da yaşanacak. Böyle zamanlarda çıkacak sorunları mazeret olarak kabul edip, bırakma nedeni olarak görmemeli, aksine her sabotajdan sonra pes etmeden, tekrar ayakta durabilmeli, yılmamalı ve hiç kimsenin olası hiçbir olumsuz gelişmenin bizim gerçek hedeflerimize ulaşmamıza engel olmasına izin vermemeliyiz.

Sıkıntılar, üzüntüler olduğu gibi çoşku dolu günler, neşe saçtığımız zamanlar da olacak. Ve biz hep aynı programı devam ettiriyor olacağız. Sağlıklı Yaşam Programı'nı (SYP) yaşamak nasıl "herşeye rağmen" diye bir kavramla ifade ediliyorsa, biz de hedefimize aynı özeni göstereceğiz ve herşeye rağmen deyip asla vazgeçmeden yolumuzda ilerleyeceğiz. Bir insan için, kendi varoluşundan daha etkili bir güç aramaya gerek yoktur. Çünkü hedefimiz; daha iyi bir yaşam için, daha iyi bir "ben" üzerine kuruludur.

Hocası Beethoven' ın keman tutuşunu görünce "senden müzisyen olmaz" demişti.

Margarate Mitchell'in ünlü romanı "Rüzgar Gibi Geçti'' tam 38 kez reddedildikten sonra basıldı.

"Savaş ve Barış" adlı dünyaca ünlü romanın büyük yazarı Leo Tolstoy, içinde öğrenme isteği olmadığı gerekçesiyle kolejden atılmıştı!

Bunları unutmamak ve asla pes etmemek gerek...  

                                                                                    Halil KARGULU

« Geri